30 Haziran 2016 Perşembe

Gogol'un Paltosundan mı Çıktık Ne

Hepimiz gogol’un paltosundan çıktık o kadar büyülü ve bir o kadar gizemli cümlenin dostoyevski’ye ait olduğu rivayet edilse de tam olarak bir bilgi yok ekşiye daldım bu sözün peşinden gidip satırlar dolusu yazılar görsem de ‘gogolun paltosundan çıktık’ lafını kavramak için Gogol’un palto’sunu alıp okumam gerektiğini düşündüm. Bir cümlenin peşinden gidip okumaya karar verdim. İdefix tasarımı değiştirse de onlardan almaktan vazgeçmedim :) her neyse kitap geldi ayrıntı yayınevinin basımıydı incecik bir kitaptı. ama anlattıkları yoğun ki üzerine yazılıp çizilmiş. Kitabı elime aldım zaten 90 küsür bir şeydi ilk sayfalarını karıştırdım çevirmen sağolsun o da aynı soruya parmak basmış yahu kardeşim ne demek bu gogolun paltosundan çıkmak  lafı

Palto kitabının ön sözünde Behçet çelik bu konuya değiniyor bu sözü kimi gorki’ye kimi dostoyevski’ye kimileri ise bambaşka kişilere ait olduğunu söylüyor. Bu sözdeki hepimiz kastı elbette rus edebiyatı olduğu aşikar. Rus edebiyatının yapıtaşı olarak görülmesi rus edebiyatı için bir milat sayılan eser olması belki de paltodan çıkmaya sebeptir.

Palto’da hikayesi anlatılan başkahramanımız akakiy akikayevic’in hikayesi rus edebiyatının hatta dünya edebiyatının o dönemlerde çok da üzerinde durmadığı başlarından geçenlerle ya da iç dünyasında nelerin olduğu bittiğiyle ilgilenmediği sıradan memurun hikayesidir. Bu aslında bana kürk mantoluyu hatırlatmadı değil Sabahattin ali de tıpkı Gogol gibi kahramanını sıradan,halk tarafından saygınlığı olmayan, iç dünyasında olanların dahi kimsenin ilgisini çekmeyeceği birini seçmişti. Farklı hayatlar olsa da ikisinin yolu da aynıdır.
Ezilmiş aşağılanmış kişiliği ayaklar altına alınan bir insanda, insanın doğasının canlı sindirilmemiş arzularını ihtiyaçlarını belirliyor. Ruhun derinlerinden baskılara gizli kalmış protestosunu çekip çıkarıyor. Ve sonunda bizim değerlendirmelerimize vicdanımıza duygularımıza sunuyor.

Küçük insana yapılan bu vurgular nedeniyle gogol’un paltosu edebiyatta gerçekçi ve insancıl bir damarın başlangıcı olarak kabul edilir. Ve bu sebepten mütevellit hepimiz gogolun paltosundan çıktık denir. Dostoyevski,Gorki,Puşkin….

Akakiy ile raif efendi öylesine benzer ki… toplumsal hayat içerisnde önemsenmeyen gözden kaçan birbirine benzer hayatlar sürdüğü sanılan kişiler

Tabi bu kitabın bir de siyasi yönü var oldukça ağır şekilde dönemin rusya bürokrasisi eleştirilmiş yerilmiştir ama buralar biraz beni aşan noktaları tabi :)

palto diktirebilmek uğruna çay bile demlememecesine tasarruf eden karakter. dişten tırnaktan arttırarak para biriktirmesi ayrı, paltosunu yitirince kahrından ölmesi ayrı hazindir. günümüzün her anlamda doymak bilmeyen, hevesleri çoğaldıkça kıymetbilirliği azalan insanıyla kıyaslanınca kıymeti daha iyi anlaşılıyor akakiy'in

ve öldüğünde ise miras olarak üç-beş kalem, resmi antetli beyaz kağıt, üç çift çorap, iki takım iç çamaşırı, bir gömlek, bir eski pantalon ve duvarda asılı eski paltosu kalmıştır.

20 Haziran 2016 Pazartesi

sisifos söyleni

gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır; intihar. yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.

ve devam ediyor camus:

bir sorunun bir başka sorundan daha önce sonuçlandırılması gerektiğini neye göre kararlaştırmalı diye sorulursa, yol açtığı eylemlere göre diye yanıt veririm. hiç kimsenin varlıkbilimsel bir kanıt uğruna öldüğünü görmedim. önemli bir bilimsel gerçeğe varmış olan galilei, bu gerçek yaşamını tehlikeye sokar sokmaz, büyük bir rahatlıkla dönüverdi ondan. bir bakıma iyi de etti. uğrunda yakılıp ölmeye değmezdi bu gerçek. dünya mı güneşin çevresinde döner, güneş mi dünyanın çevresinde, hiç mi hiç önemi yok bunun. kısacası, değersiz bir sorun bu. buna karşılık, yaşamın yaşanmaya değmediği düşüncesine vardıkları için ölen nice insanlar görüyorum. böylece de ivedilikle yanıtlanması gereken sorunun yaşamın anlamı olduğu yargısına varıyorum.

.....yalnızca "çabalamaya değmez" demektir kendini öldürmek....isteyerek ölmek, bu alışkanlığın gülünçlüğünün, yaşamak için hiçbir derin neden bulunmadığının, her gün yinelenen bu çırpınmanın anlamsızlığının, acı çekmenin yararsızlığının içgüdüyle de olsa benimsenmiş olmasını gerektirir.

en sonunda ölüme ve ölüme ilişkin duygumuza geliyorum. bu konuda her şey söylenmiştir, gözü yaşlılıktan kaçınmak da uygun olur. gene de herkesin sanki hiç kimse "bilmiyormuş" gibi yaşamasına ne kadar şaşılsa azdır.

....bundan önce sorun, yaşamın yaşanmak için bir anlamı bulunması gerekip gerekmediğiydi. burada, tersine, yaşam anlamdan ne kadar yoksun olursa o kadar iyi yaşanacağı çıkıyor ortaya.....

günü gününe yaşayan insan, uyumsuzla karşılaşmadan önceki amaçlarla, bir gelecek ya da haklı çıkma (kime ya da neye karşı, sorun bu değil) kaygısıyla yaşar. şanslarını ölçüp biçer, daha sonraya, emekliliğine ya da oğullarının çalışmasına bel bağlar. yaşamında yönetilebilecek bir şeyler bulunduğuna inanır hala. gerçekte tüm bu olaylar bu özgürlüğü yalanlasa bile, özgürmüş gibi davranır. uyumsuzun belirmesinden sonra ise, her şey sarsılmış durumdadır. yarını düşünmek, kendine bir amaç seçmek, yeğlemeleri olmak, tüm bunlar özgürlüğe inancı gerektirir. ama şu anda bu üstün özgürlüğün, bir gerçeğe temellik edebilecek tek şey olan var olma özgürlüğünün, evet, işte bu özgürlüğün bulunmadığını çok iyi biliyorum. ölüm tek gerçek olarak durmaktadır önümde. ölümsüzlük güveni olmayınca, tam anlamıyla hangi özgürlük var olabilir?

satır aralarından kalanlar

bilgisayarımdaki 10bin küsür kitaplık arşivimi karıştırdım ve bir dergi pdfsini karıştırırken satır aralarında bu güzel fikirlere rastladım bloguma eklemek istedim ^__^
 Anavatanını seven insan, narin bir çaylaktır henüz; her toprağı
kendi yurdu gibi gören insansa çoktan güçlenmiş demektir;
ama kusursuz insan, tüm dünyayı yabancı bir diyar gibi görendir 

 Victor Hugo

Tatar Çölü

aylardır yıllardır okuma listemde olan Tatar Çölü'nü bu karantina günlerinde okumak nasip oldu. içe çekilme yaşanan bu günlerde kendi ya...