25 Ağustos 2017 Cuma

Arzular ve Arzularımız

Hegel demiş ki:  “İnsanın arzusu başkalarının arzusunu arzu etmekle başlar.” Yahu Hegel sen ne anlatıyorsun? Ne demek istiyorsun? Dediğinizi duyar gibiyim, yoksa cidden duyuyor muyum? Ha yok kapıymış ya.
Kapıcı İzzet abi imiş gelen. Abi dedim Hegel diye biri var bak böyle böyle diyor dedim. Adam haklı şimdi demez mi? Üstüne eklemez mi: eğer sırf bir başkasının arzusunu arzulamak için arzulanmıyorsa bir başkasının arzusu aklına yattığı için ve bir başkasından feyz alma konusunda ise aslında sakıncası olmayan çok masum bir eylemdir!”
vay be ağzına sağlık neler söylüyor o ağzın dedim. Eheyy dostum ne sandın dedi. Ve ekledi;
- insanı hayvandan ayıran en büyük özellik bu.
-nasıl yani anlamadım abi.
-sadece bir şeyi arzulamak değil de, arzuyu arzulamaktır insanı hayvandan ayıran fark.
Tabi ben böyle oldum :O
Üstüne kombo yapmaya başladı durdurabilene aşk olsun. “aslında istediğimizi sandıklarımız, birilerinin isteklerine sahip olma dürtümüz. Bilge Karasu Göçmüş Kediler Bahçesi’nde : “keşke kedilere benzeyebilseydik” der. Yaşadıklarının iyice farkındalar gibi. Uykularının hangi katındalarsa o katın uykusunu yaşarlar.  Bizlerse uyuduğumuz zamanla övünürken her işimizi, her sözümüzü o zamanın akışı içinde, ötede,  ileride, gelecekte varılacak bir noktaya varmak üzere yapıyor ya da söylüyor, yapmakta, söylemekte olduğumuz şeyi unutuyoruz.
Ne güzel dedin be İzzet abim diyemeden konuşmasına devam ediyordu.
Ben aslında ötekiyle, onla, bunla değil de kendimle mücadele ediyorum, boğuşuyorum. Ama sonra yaşadıklarıma dönüyorum. Niye mi dönüyorum? İnsana kendini anlaması için paylaşabilecek başka insanlar gerek. Sosyalleşmek ihtiyaç tıpkı yemek, içmek gibi. Hem sorguluyorum kendimi. Tamamlandım mi diye? Bir keçi tamam mıyım yeterince keçi miyim diyor mudur ki? İnsan diyor, dedikçe de bir şey olamıyor…




 Birden kapı çalıyor hiddetle korkarak uyanıyorum. Ahh meğersem rüyaymış. Asıl kapıcımız serpil abla geliyor ve ona da söylüyorum : “insanın arzusu başkalarının arzularını arzu etmekle başlar”  yüzüme bakıyor manasız manasız ve diyor ki tek arzum maaşıma zam yapılması lafı dolandırmayın zammı istiyorum :D

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Haydi Abbas

Yıl 1941... Cahit Sıtkı Edremit Burhaniye’de yedek subay. 

Göreve gittiği gün bölük yazıcısından künye defterini ister. Defteri tararken Abbas oğlu Abbas adı dikkatini çeker. 

Eli sakat olduğu için çürüğe ayrılmış bir erdir Abbas...

Askeri çağırtır. İçeri yiğit bir er girer, selam çakıp "Abbas oğlu Abbas, emret komutan!" der.

- Nerelisin Abbas?

- Memleket Mardin, kaza Midyat komutan.

Abbas benim emir erim olur musun?

- Sen bilir komutan!

Abbas, Cahit Asteğmen’in evinin altındaki boş odaya taşınır ve kısa zamanda zekası ve sıcakkanlığıyla komutanını etkiler. 

Sabahları erkenden kalkar, kahvaltısını hazırlar, kıyafetlerini ütüler, evin temizliğini yapar, yemeğini pişirir. 

* * *

Akşam olunca çilingir sofrasını kurar, güzel mezeler yapar. 

Komutan zamanla bu saf ve temiz Anadolu çocuğunu çok sever. 

Akşamları demlenirken onunla dertleşir. 

Böyle bir keyif gecesinde Abbas’a şöyle bir soru yöneltir: 

- Sen İstanbul’u bilir misin Abbas?

- Bilir komutan.

- Orda bir Beşiktaş var bilir misin?

- Bilir komutan. Ben orda acemi birlikteydim.

- Orda benim bir sevgilim var... Sen bana kaçırıp onu getirir misin?

- Elbet komutan.

Sabah olur, Cahit Sıtkı bakar Abbas yeni asker kıyafetlerini giymiş, tıraş olmuş, sorar:

- Hayırdır Abbas, neden böyle hazırlık yaptın?

- Ben İstanbul’a gidecek komutan.

- Ne yapacaksın İstanbul’da?

- Sen söyledi. Ben gidecek sana sevgiliyi getirecek!

Şair duygulanır. Gözyaşlarını gizlemek için arkasını dönüp evden çıkar.

* * *

Akşam eve dönünce rakı sofrasını kurdurur ve Abbas’ı karşısına oturtur.

Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı alır kelemi káğıdı eline o sofrada ünlü şiirini yazar:

Haydi Abbas, vakit tamam;

Akşam diyordun işte oldu akşam.

Kur bakalım çilingir soframızı;

Dinsin artık bu kalp ağrısı.

Şu ağacın gölgesinde olsun;

Tam kenarında havuzun.

Aya haber sal çıksın bu gece;

Görünsün şöyle gönlümce.

Bas kırbacı sihirli seccadeye,

Göster hükmettiğini mesafeye

Ve zamana.

Katıp tozu dumanı,

Var git,

Böyle ferman etti Cahit,

Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;

Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Çürümenin Kitabı

bütün aşağılanmalarımız açlıktan ölmeye karar veremememizden gelir. bu ödlekliğin bedelini pahalıya öderiz. insanlara bağlı olarak, dilencilik kabiliyeti olmadan yaşamak! şişinen şanslılar, şu giyimli maymunlar önünde alçalmak! yazgınızın, hor görülmeye bile layık olmayan şu karikatürlerin insafına kalması!... toplum bir dert değil bir felakettir: içinde yaşayabilmemiz ne enayi bir mucize!

Nefis bu cümlelerin sahibi Emil Michel Cioran. Kimdir bu Cioran dersek ; Emil M. Cioran, Rumen yazar. filozof, deneme yazarı ve tanınmış 20. yy. retorik sentezcisidir. Eserlerinin bir bölümünü Fransızca bir bölümünü ise Rumence kaleme almıştır. Vikipedi böyle tanıtmış.
Bu kitabı okumaya karar verme sebebim daha önce sosyal medyada ve farklı sitelerde gördüğüm incelemeler, kitap hakkındaki görüşler beni okumaya itti. Sonra tabi kendi incelememi yapmak istedim yahu bu Cioran ne diyo kitabında vs vs diyerekten ekşiye daldım.


içimizde doğan her fikirle içimizdeki birşeyler çürür..."
"sadece bir kere bile sebebsiz yere hüzünlendiysen, bütün hayatın boyunca bilmeden öyle olmuşsundur."
"sadece,canım isteyince ölmek elimde olduğu için yaşıyorum:intihar fikri olmasa, kendimi çoktan öldürmüş olurdum.insan türü ancak kendini mahvedene hayran olur.

Abi cümlelere baksana ya her biri için ayrı ayrı satırlarca yazı yazılır.

Bu da kitaba dair bi kaç alıntı;

hakikaten yalnız varlık, insanlar tarafından terk edilmiş olan değil, insanlar arasında acı çekendir`

sıkıntıyı hiç bilmeyen kişi, çağların doğuşundan önceki dünyanın çocukluğunda bulunmaktadır hâlâ; ahı gitmiş vahı kalmış , kendi boyutlarına aldırmayan o yorgun zamana, kendi geleceğinin eşiğindeyken âniden bir yadsıma lirizmi mertebesine çıkartılmış maddeyi de beraberinde sürükleyerek çöken zamana kapalı kalır. sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki yankısıdır...boşluğun açığa çıkmasıdır, hayatı destekleyen-ya da icat eden- o sayıklamanın kurumasıdır...

hiç kimse, olmaktan sorumlu değildir, hele olduğu gibi olmaktan daha da az sorumludur. varoluşa çarptırılan herkes, bunun sonuçlarına bir hayvan gibi maruz kalır.





4 Ağustos 2017 Cuma

BUDALA'DAN NEFİS BİR ALINTI

inanmazsınız, kristof kolomb, amerika'yı tam keşfettiği sırada değil, keşfetmeye giderken mutluydu. evet, kolomb, yeni dünya'ya ayak basmadan üç gün önce, yani umutsuzluğa kapılan tayfaların gerisin geriye avrupa'ya gitmek için ayaklandıkları sırada mutluluğun son derecesini tadıyordu. yerin dibine geçsindi yeni dünya, onun gözünün gördüğü yoktu. kristof kolomb, amerika'yı amerika olarak görmeden, nereyi keşfettiğini bilmeden ölmüştü. asıl sorun o değildi. asıl sorun yaşamada, olayı yaşamanın içinde, yani sürüp giden, sonu gelmeyen keşif eylemindeydi; yoksa keşfin gerçekleşmesinde değil.

Tatar Çölü

aylardır yıllardır okuma listemde olan Tatar Çölü'nü bu karantina günlerinde okumak nasip oldu. içe çekilme yaşanan bu günlerde kendi ya...